Barınma hakkı
Bornova Gündem köşe yazarımız Ferhan Tuna Solak, yazısında bir göç hikayesi ve kent yenileme projelerini anlatmış. Müteahhitler ile karşı karşıya kalan kentin arka sokaklarındaki vatandaşların çaresizliğini özetlemiş. Keyifli, bazı kişilerin kendilerinden de hikayeler bulacakları bir yazı.
19 Mart 2022 - 09:05
BARINMA HAKKI
Yugoslavya’dan Türkiye’ye bir göç dalgasıyla savrulmuştu Demirali. 1956 yılında başlayan göç etme-ettirme işlemleri sonucu doğdukları topraklardan ancak 1957 yılında gidebilmişlerdi Anavatan’a. Eşi ve üç oğluyla birlikte ‘Öleceksek kendi topraklarımızda ölelim’ düşüncesiyle sınırdan giriş yaptılar Türkiye’ye. Geride bıraktıkları anıları düşünürken yolda; 2. Dünya Savaşı zamanında Mareşal Tito ile birlikte Partizan saflarında savaşırken, bilemezdi Balkanlar’da yaşayan bütün halkların tırnaklarıyla kazıya kazıya kurulan Sosyalist Yugoslavya’dan bu şekilde kovulacaklarını (Hikaye’nin bu kısmına daha sonraki yazılarımızda ayrıntılı olarak dalacağız). Bir tahta bavul, birkaç parça eşya, ağlayan çocuklar ve soğuk bir İstanbul akşamında, Haydarpaşa Garı’ndaki kendini bilmez, serseri bir kalabalığa dalış…
Önce İstanbul’daki akrabalarının yanında iş bulup, hayata tutunmaya çalışan Demirali, burada çeşitli sebeplerden dolayı yapamayınca, önce Bursa’daki akrabaların yanına, oradan Akhisar’a, en son da İzmir’e göç etmekte bulur çareyi. Göç sonu gelmez bir kaçıştır bazı insanlar için; Demirali, Bornova Çamdibi’de küçük bir arsa satın alarak bu kaçışa bir son vermiştir. Çocuklar büyümüş, o küçük arsaya yaptıkları küçücük gecekonduya sığmaz olmuşlardır artık. Büyük oğlan evlenince, evin üstüne bir kat çıkmak gerekmiş; mahalleli, komşular, akrabalar, herkes bir el atmış, çabucak duvarları örmüşler, ancak çatıyı kondurmaktan son anda vazgeçmişlerdir. Arkada evlenecek 2 oğlan daha vardır çünkü, yarın öbür gün yine ayrı barınma ihtiyacı doğacaktır evlendiklerinde.
Gel zaman git zaman, Demirali eline para geçtikçe evin ikinci ve üçüncü katlarını da yaptırmış, emeklilik ikramiyesini alınca da kara bina olarak duran katları bir güzel sıvatmış, içini dışını bir güzel yaptırmış ki apartman dairesi gibi olmuş üst katlar. Oralara da diğer oğulları yerleşince, giriş katındaki evinin iki adımlık balkonunda, çizgili Sümerbank marka pijamalarıyla oturur, arada başını dışarı doğru uzatır, yaptırdığı koca binaya bakar, eseriyle övünürmüş.
Aradan yıllar geçtikten sonra; o binbir emekle yaptırılan bina, çok eskidiği için oturulamaz duruma gelmiş. Yeniletmeye kalksan bir sürü masraf; mahalleye müteahhitler de dadanınca, oğlanların baskısıyla da tamam demek zorunda kalmış Demirali: Yapılsın yeni bina. Sokaktaki hemen hemen bütün evleri alan zırt inşaat şirketinin pırt müteahhiti, arsaya karşılık iki küçük daire verebileceğini, zaten vereceğim daireler sizin bana devrettiğiniz arsa ve binanın değerinden 5 kat fazla olacağından, üstüne bana ödeme yapmanız gerekirken, hadi sizden para almayayım demiş.
Haydi bakalım Demirali, verdiğin arsa ve dört daireye karşılık iki küçük daire, çık bakalım şimdi işin içinden?
Üstünde tepinilen, istendiği zaman kabul edilmeyen, işine geldiği zaman uygulamak için baş tacı edilen Anayasamızın 36. Maddesi’nde Barınma ve Konut Hakkı başlığında şöyle yazıyor: Herkes temel insani gereksinimlerini karşılayabilecek, insan haysiyetine yakışır biçimde konut ve barınma hakkına sahiptir.
Her geçen gün mahallelerimizi, sokaklarımızı saran inşaatlar, yıkılan evler, toz yağmurları, demir yığınları, kamyonlar, hafriyatlar, bitmeyen gürültü ve sonunda mahalle kültürümüzü gasp eden lüks konutlar, gökdelenler, binalar; ilk yapıldığında şehrin dışında bir tarlada gecekondu gibi görünen ama şimdi şehrin merkezinde kalan evlerimiz, evciklerimiz. Bu kentin konut sorununu kim çözecek? Bir canavar gibi insanların üstüne saldıran inşaat şirketlerinden, vampir gibi kam emici müteahhitlerden ve onların her türlü baskı için kullandığı arsa mafyalarından kim koruyacak vatandaşları? Sağlıklı ve insan onuruna yaraşır ve herkesin alabileceği konutları kim yapacak?
Ferhan Tuna Solak
Yugoslavya’dan Türkiye’ye bir göç dalgasıyla savrulmuştu Demirali. 1956 yılında başlayan göç etme-ettirme işlemleri sonucu doğdukları topraklardan ancak 1957 yılında gidebilmişlerdi Anavatan’a. Eşi ve üç oğluyla birlikte ‘Öleceksek kendi topraklarımızda ölelim’ düşüncesiyle sınırdan giriş yaptılar Türkiye’ye. Geride bıraktıkları anıları düşünürken yolda; 2. Dünya Savaşı zamanında Mareşal Tito ile birlikte Partizan saflarında savaşırken, bilemezdi Balkanlar’da yaşayan bütün halkların tırnaklarıyla kazıya kazıya kurulan Sosyalist Yugoslavya’dan bu şekilde kovulacaklarını (Hikaye’nin bu kısmına daha sonraki yazılarımızda ayrıntılı olarak dalacağız). Bir tahta bavul, birkaç parça eşya, ağlayan çocuklar ve soğuk bir İstanbul akşamında, Haydarpaşa Garı’ndaki kendini bilmez, serseri bir kalabalığa dalış…
Önce İstanbul’daki akrabalarının yanında iş bulup, hayata tutunmaya çalışan Demirali, burada çeşitli sebeplerden dolayı yapamayınca, önce Bursa’daki akrabaların yanına, oradan Akhisar’a, en son da İzmir’e göç etmekte bulur çareyi. Göç sonu gelmez bir kaçıştır bazı insanlar için; Demirali, Bornova Çamdibi’de küçük bir arsa satın alarak bu kaçışa bir son vermiştir. Çocuklar büyümüş, o küçük arsaya yaptıkları küçücük gecekonduya sığmaz olmuşlardır artık. Büyük oğlan evlenince, evin üstüne bir kat çıkmak gerekmiş; mahalleli, komşular, akrabalar, herkes bir el atmış, çabucak duvarları örmüşler, ancak çatıyı kondurmaktan son anda vazgeçmişlerdir. Arkada evlenecek 2 oğlan daha vardır çünkü, yarın öbür gün yine ayrı barınma ihtiyacı doğacaktır evlendiklerinde.
Gel zaman git zaman, Demirali eline para geçtikçe evin ikinci ve üçüncü katlarını da yaptırmış, emeklilik ikramiyesini alınca da kara bina olarak duran katları bir güzel sıvatmış, içini dışını bir güzel yaptırmış ki apartman dairesi gibi olmuş üst katlar. Oralara da diğer oğulları yerleşince, giriş katındaki evinin iki adımlık balkonunda, çizgili Sümerbank marka pijamalarıyla oturur, arada başını dışarı doğru uzatır, yaptırdığı koca binaya bakar, eseriyle övünürmüş.
Aradan yıllar geçtikten sonra; o binbir emekle yaptırılan bina, çok eskidiği için oturulamaz duruma gelmiş. Yeniletmeye kalksan bir sürü masraf; mahalleye müteahhitler de dadanınca, oğlanların baskısıyla da tamam demek zorunda kalmış Demirali: Yapılsın yeni bina. Sokaktaki hemen hemen bütün evleri alan zırt inşaat şirketinin pırt müteahhiti, arsaya karşılık iki küçük daire verebileceğini, zaten vereceğim daireler sizin bana devrettiğiniz arsa ve binanın değerinden 5 kat fazla olacağından, üstüne bana ödeme yapmanız gerekirken, hadi sizden para almayayım demiş.
Haydi bakalım Demirali, verdiğin arsa ve dört daireye karşılık iki küçük daire, çık bakalım şimdi işin içinden?
Üstünde tepinilen, istendiği zaman kabul edilmeyen, işine geldiği zaman uygulamak için baş tacı edilen Anayasamızın 36. Maddesi’nde Barınma ve Konut Hakkı başlığında şöyle yazıyor: Herkes temel insani gereksinimlerini karşılayabilecek, insan haysiyetine yakışır biçimde konut ve barınma hakkına sahiptir.
Her geçen gün mahallelerimizi, sokaklarımızı saran inşaatlar, yıkılan evler, toz yağmurları, demir yığınları, kamyonlar, hafriyatlar, bitmeyen gürültü ve sonunda mahalle kültürümüzü gasp eden lüks konutlar, gökdelenler, binalar; ilk yapıldığında şehrin dışında bir tarlada gecekondu gibi görünen ama şimdi şehrin merkezinde kalan evlerimiz, evciklerimiz. Bu kentin konut sorununu kim çözecek? Bir canavar gibi insanların üstüne saldıran inşaat şirketlerinden, vampir gibi kam emici müteahhitlerden ve onların her türlü baskı için kullandığı arsa mafyalarından kim koruyacak vatandaşları? Sağlıklı ve insan onuruna yaraşır ve herkesin alabileceği konutları kim yapacak?
Ferhan Tuna Solak
FACEBOOK YORUMLAR