GEZELİM GÜZELLEŞELİM

Salim Yılmaz

Tepkilerinizi duyar gibiyim!. Bu ortamda gezmek??? Olası değil elbet!. Ama; geçmiş gezmelerimize kim ne diyebilir? Maskesiz, mesafesiz!.
Okumak ve yazmak neyse yaşamımda gezmek de odur. Çoğu iş hayatımda karşıma çıkan fırsatları kaçırmadan, gerektiğinde  ‘ Tüketici Kredisi ‘ çekerek gezegenin bambaşka yerlerindeki insanlara dokunmak hep çekmiştir beni. Kredi konusu, anlamı pekiştirmek amacıyla kullanılmadı inanın!. 2010 yılının 1 Mayıs Kutlamalarını Küba’da yaşamak için kallavi miktarda borçlandığımı bilirim.. Şimdi geçmişten günümüze bakıyorum da; iyi ki yapmışım.. Okuduklarımı ve gezdiklerimi çıkarsalar; sadece hayat gailesinin sıkıntılı koşuşturmaları kalıyor geriye lakin!. Ve, o koşuşturmaların olabildiğince yıprattığı;  her gün en az dört hap takviyesiyle ayakta duran bir metabolizma..
1995 yılının yağmurlu ve soğuk bir kasım günü başladı ‘ kepçe ‘ faaliyetlerim!.  Dünya kazansa kepçe olmalıydım.. Kafkasların incisi Soçi ilk durağımdı.. Sovyetlerin dağılışının hemen ertesi. O zamanlar da farkı yokmuş merkez! Yazılı ve görsel basınımızın. Lenin heykellerinin yıkıldığıyla yatıp kalkıyorlardı. Oysa; Adler Havaalanı’ndan çıkar çıkmaz İlyiç Lenin  ‘ Hoş geldin Yoldaş ‘ dediydi; hiç ama hiç unutmam!.
Şimdilerde Uluslararası İlişkilerin 1 numaralı gündemi olan Ukrayna da çok etkilendiğim yerlerdendir. Simferepol’a inip Yalta’ya kadar Kırım’ın içlerinde süren yolculuğu unutamam. Yalta şımarık bir kız kardeş, Sivastopol ise olgun ve mağrur bir ağabey gibi geldiydi.. 11 kilometre şehrin içine sokulan ve ‘’ Sivastopol Marşı ‘’  na konu olan körfezini de unutamam.. Yalta’nın üç kilometre güneyindeki Livadia Sarayı ise 2. Dünya Savaşı sonrasında Roosevelt, Churchill ve Stalin’in gezegeni paylaştıkları ‘’ Yalta Konferansı ‘’ nın ev sahibidir. Uluslararası Politika dersinde sadece kitaptan okuduğum konferansın üç liderinin etrafında konuşlandığı masaya elimi sürmek; unutamadığım anlardandır.
Ana tarafından Bosnalı, baba tarafından Bulgaristan’ın Deliorman’ındanım. Sadece merhum babaannemin ‘’ Yavrum evladım. Biz Şumnu’nun Booçalaa Küyündeniz. ‘’ sedalarını pusula yapıp Yusuf, Selahattin ve Medat’la bir akşam Kamil Tunca Bulvarı’ndan otobüse atlayıp Bulgaristan’ın Haskovo’sunda aldık soluğu. Bir araba kiralayıp Bulgaristan’ı da kepçelediydik! Kardeş torunları olan canlarımı buldum. Varna’da, Burgaz’da Nazım’ı anıp mastika içip şopska da yediydik elbette!.
Uzakdoğu!. Şimdilerde salgından dolayı yumruklarımızı tokuşturuyoruz selam niyetine ki Afrika kökenlidir. İki eli çenenin hemen altında birleştirip başı hafifçe öne eğerek verilen selamın ise hastasıyım. Sanırım sayıca en çok kişinin selamlaşma biçimidir bu yeryüzünde. Çeşitli ülkelerine hem de birkaç kez yolculuk yaptığım bu topraklar kendimi yabancı hissetmediğim yerlerden. Ruhen kendime en yakın saydığım ülkelerin insanlarına buradan o harika selamı vermek isterim..
Vietnam’a ayrı bir parantez açmak istiyorum.. ABD’nin girip de çıkamadığı, ilk okkalı şamarı yediği ülkedir. 24 Nisan geliyor!. Bu güzel ülkede en baba soykırımı yapan ülkenin başkanının ağzından çıkacak lafa kilitlenecek uluslararası toplum yine! ‘’ Soykırım ‘’ derse fena; ‘’ Büyük Felaket ‘’ derse ne ala!. Ben ne mi diyorum : De get!. Hiroşima, Nagazaki ve Vietnam’dan başlayıp sen hesap ver önce!.
Kıbrıs bir başka yer tutar gezilerimde.. Dipkarpaz dışında kuzeyin altını üstüne getirdiğimi bilirim. Fakültede çok duyduğumuz ve okuduğumuz Maraş’ın tel örgülerinin kıyısında polislerle hırlaşmamız falan! Ama en etkileyici olanı Namık Kemal’in sürgünde geçirdiği yılların şahidi yapıydı.. Candır Kıprıs!.
Kardeşten öte Murat’ım, Engin ve canım kzımla İzmir’den Beşiktaş’ın bir Trabzon galibiyeti sonrası  ‘ Dendi Gari ‘ deyip Hollanda’ya uzanışımız apayrı bir maceradır!. Yunanistan, Makedonya, Sırbistan, Macaristan, Avusturya, Almanya ve Hollanda’ya uzanan 50 saatlık bir macera.. Apayrı bir yazı konusudur yukarıdaki ülkeler gibi!.
Afrika!. Darılırdı ziyaret etmesek.. Morondan hallice rehberimiz, Hacettepe Üniversitesi’nden Profesör ünvanlı iki kız kardeş, iki dostum ve bendenizin karıştığı bir seyahatti!. Afrika’nın şimalinde; kıtanın en yüksek ikinci zirvesi Yüksek Atlasların Toubkal’i ve Sahra Çölü’yle örülü Marakeş’in Cema Ül Fena Meydanı’nın tanıklığında bir tuhaf gezi.. Rehber ve profesör kız kardeşlerle olay sonrası hiç görüşmedik!!.
O hoo! İkinci A4 sayfası bitmiş..
Belçika, Moldova, İspanya, Yunanistan’ın Samos’u falan gönül koyacak.. Ama; editörle şaka olmaz.. Hem ilk yazımda istirhamla talep ettiğim E- Posta adresimi de iliştirmiş oraya.. Tadında bırakmak lazım..
Gündemin ahtapot misali kollarına inat onun yönlendirmesiyle yazmıyorum, yazmayacağım..
Koşullar zor olsa da; umudun yeşerdiği topraklarda buluşmak üzere..
Dostçakalın…     

salimyilmaz1967@gmail.com